Bring up
Bir konuyu gündeme getirmek veya hakkında konuşmaya başlamak
🇺🇸 Why did you have to bring up the subject of money?
🇹🇷 Neden para konusunu gündeme getirmek zorundaydın?
🇺🇸 It’s not the right time to bring up such a sensitive issue.
🇹🇷 Böyle hassas bir konuyu gündeme getirmek için doğru zaman değil.
Bir çocuğu büyütmek ve ona yol göstermek
🇺🇸 He was brought up by his grandparents.
🇹🇷 Büyükanne ve büyükbabası tarafından büyütüldü.
🇺🇸 We were brought up to always tell the truth.
🇹🇷 Her zaman doğruyu söylemek üzere yetiştirildik.
Bir bilgisayar ekranında bir şeyi görüntülemek
Ekrana getirmek
🇺🇸 Can you bring up the list of candidates again?
🇹🇷 Adayların listesini tekrar ekrana getirebilir misin?
🇺🇸 I’ll bring up the project details on the screen for everyone to see.
🇹🇷 Projeye ilişkin detayları herkesin görebilmesi için ekrana getireceğim.
Kusmak
İstifra etmek
🇺🇸 I had a sandwich for lunch and promptly brought it up again.
🇹🇷 Öğle yemeği için bir sandviç yedim ve hemen sonra kustum.
🇺🇸 She felt so ill that she brought up everything she had eaten.
🇹🇷 O kadar kötü hissetti ki yediklerinin hepsini kustu.
Birini belirli bir suçtan dolayı mahkemeye çıkarmak
🇺🇸 He was brought up before a magistrate, charged with dangerous driving.
🇹🇷 Tehlikeli sürüş suçlamasıyla bir hakim karşısına çıkarıldı.
🇺🇸 The company was brought up on charges of fraud.
🇹🇷 Şirket, dolandırıcılık suçlamalarıyla mahkemeye çıkarıldı.